Güney Dakota Black Hills’teyken, Wyoming Newcastle yakınlarında kumtaşı bir kısa kaya bölgesi olduğuna dair söylentiler duydum. Dedikodu şöyleydi; bu verimli topraklar ve inek çiftlikleri diyarında; iki kardeş, Max ve Duane, kısa kaya tırmanışına “standart dışı teknik ve ekipman” içeren yeni bir yaklaşım geliştirmişlerdi. Merak etmiştim ve bu iki elemanla tanışmam gerektiğini hissediyordum…
Newcastle’ın dışında, yarım saat kadar kaybolmuş vaziyette araba sürdükten sonra; etrafa dağılmış, toprağa batık devasa tavla zarları gibi duran geniş sarı-gri kumtaşı bloklarını buldum. Etraf sessiz gözüküyordu. Derken, uzaktaki, epey yüksek bir kaya parçasının arka tarafından gelen “gaz verme” seslerini duydum.
“Hadi Max!... bu işte, yap şunu!”
Kayanın köşesini döndüm ve benim yaşlarımda, amerikan futbolu kaskı ve omuzlukları takmış; hokey eldiveni, kot pantolon ve güreş ayakkabıları giymiş iki kişi gördüm… Max ve Duane.
Duane “son sürat adamım, son sürat!” diye bağırırken Max büyük kaya bloğunun eğimli yüzüne doğru koşmaya başladı; koşarken her adımında ince güreş ayakkabısıyla bastığı yerlerden çakıl taşları etrafa saçılıyordu.
Max şaşırtıcı bir çeviklikle zıplayarak, kendini kaya yüzeyinin üstüne çekti; hokey eldivenli elleriyle tırmalayarak tutunmaya çalışırken ayaklarıyla da kayadan ittiriyordu (kaya üzerindeki patinaj izleri ise bunun ilk denemeleri olmadığını gösteriyordu). Max’ın momentumu giderek düşmeye başladığında 10 metrelik tutamaksız kaya yüzeyinin 3’te 2’sine ulaşmıştı. Ayakları ve elleriyle pürüzsüz kumtaşı yüzeyi umutsuzca tırmalayarak tutunmaya çalışıyordu ama sonunda yerçekimi galip geldi ve yaklaşık 7 metre gibi korkunç bir mesafeden düştü. Ama, bir şekilde düşerken kendini bloğun dibindeki eski bir yatağın üzerine fırlatmayı başardı ve çarpmanın etkisiyle yataktan yaylanıp nefessiz bir şekilde ilerideki çamurun içine düştü.
Şov daha bitmemişti. Duane, Max’in sprintine başladığı yere yürüdü, geriye birkaç adım daha attı. Hiçbir uyarı yapmadan, sanki saçları alev almışçasına kayaya doğru koşmaya başladı ve kaya yüzeyinin göğsünün hizasındaki kenarına zıpladı. Max’in ulaştığı son noktaya kadar çıktı ve orada düşmemek için debelenirken ayağı mucizevi bir şekilde ufak bir kenara denk geldi; kaskını ve omuz desteklerini kayaya çarpa çarpa, kendini korkusuzca tepe çıkıntısına, bloğun zirvesine savurdu. Eldivenli ellerinin her santimiyle tutunmak için mücadele ederek Duane kendisini tepeye doğru çekti ve tırmanış kariyerinin bu en gurur verici zirvesini yaptı.
Duane muzaffer bir şekilde bloktan inerken Max beni gördü, ben de onlara doğru yürümeye başladım… O anda, onlara bildiğim “doğru” tırmanışı tanıtabilirdim; tırmanış tekniklerini, magnezyum tozunu, dergileri, derece sistemini, yarışmaları anlatabilirdim. 13 yıllık görmüş geçirmiş bir kısa kayacı olarak onlara bu sporun gerçekte nasıl uygulanması gerektiğini gösterebilirdim…
Ama neden? Benim tırmanış yöntemlerim onlarınkinden daha mı iyiydi? Benim stilim daha mı saftı? Ya da bu birileri için fark eder miydi? Max ve Duane’e gidip, tüm bu saf tutku ve heyecanlarına rağmen kullandıkları kısa kaya tekniğinin doğru olmadığını nasıl söyleyebilirdim ki? “Bir tırmanıcı olarak gerçekten benim amacım bu mu?” diye düşündüm. Hayır, kesinlikle değildi.
“Selam çocuklar, sanırım kayboldum” dedim, tırmanıcı olduğumu belli etmek istemiyordum. “Newcastle ne tarafta?”…
“Şu tepenin arkasında, birkaç mil ötede… görürsün zaten”
Teşekkür ettim. Geri dönüp arabama doğru yürümeye başlamışken aklıma bitiremediğim eski bir kısa kaya projem geldi; epey uzun, pürüzsüz bir kaya yüzeyi…
Geri dönerken “Ha, birşey daha” dedim; “Şu eldivenleri nereden buldunuz?”
|