Manaslu ekspedisyonu benim için bir hayalin gerçeğe dönüşmesinin yanında, ülkemizden Himalayalardaki 8000’liklere ekspedisyon düzenlemenin veya düzenlenen ekspedisyonlara katılmanın önünde duran engellerin aşılması açısından örnek bir başarı oldu. En önemli iki sorun olan işten uzun süre ile izin alma ve gereken parayı ya da sponsoru bulma konusu çözüldükten sonra, dağda olmak, yüksekte olmak, Manaslu’ya tırmanabiliyor olmak sadece mutluluktu…
Kutang adı ile de bilinen Manaslu coğrafya olarak Nepal Himalayalarında ülkenin orta kuzeyinde ve Mansiri Himal sıradağlarında bulunuyor.
8163 m yüksekliği ile dünyanın sekizinci en yüksek dağı Manaslu’nun ilk tırmanışı bugün klasik rota olarak geçen kuzey doğu rotasından 1956’da bir Japon ekibi tarafından yapılmış ve 1971’e kadar tekrarı yapılmamış.
En kolay 8000’lik diye bilinen ve bu nedenle ticari firmaların gözdesi olan Cho Oyu dağına tırmanış için alınan izinlerin Çin hükümeti tarafından zorlaştırılması ile bu dağın popülerliğini kaybetmeye başlaması ve Manaslu dağının hemen altındaki köye helikopter ile Katmandu’dan uçuş imkanı ve ana kampa ulaşımın kolay olması, son zamanlarda Manaslu tırmanışlarını ticari firmalar için popüler hale getirmiş. Ancak dağa ulaşımın kolay oluşu tırmanışın kolay bir sekiz binlik gibi algılanmasına neden oluyor. Aksine, istatistiksel verilere bakılırsa Manaslu tehlikeli sekiz binlikler arasında sayılabilir, çünkü 2008’de 297 çıkışa karşılık 53 ölüm ile Annapurna, Nanga Parbat ve K2’den sonra ölüm oranı en yüksek dördüncü dağ olmuş (Wikipedia: Manaslu). 2012 sonbahar dönemi verileri ise zirve yapan kişi sayısını 672, ölen kişi sayısını 67 ve başarı oranını %60 olarak gösteriyor. Oksijen kullanmadan tırmananların oranı ise %50.
Manaslu dağına diğer Himalaya dağlarında olduğu gibi Muson dönemi denilen aşırı yağışların ve güçlü rüzgarların durduğu muson dönemi öncesinde ve sonrasında tırmanılabiliyor. Manaslu bölge itibarı ile diğer sekiz binliklere göre daha çok yağış alıyor. Ana kampa yaklaşım günlerinde ve ana kampta ilk günler sürekli yağmur yağıyor; sonraki günlerde ise kar yağışı bol olan bir dağ ve bu nedenle çığ riski daha yüksek. Genel olarak bahar yani Muson dönemi öncesinde yapılan tırmanışlar kötü hava, kar yağışı ve çığ tehlikesi açısından daha az riskli olarak biliniyor. Baharda günler gittikçe ısınırken muson sonrası yani benim gittiğim dönem tırmanış vakti yaklaşırken hava gittikçe soğumaya ve daha değişken olmaya başladığı için bu dezavantaj yaratıyor. Bu nedenlerle tırmanış için ilkbahar dönemi daha popüler fakat önemli ticari firmalar genelde baharda Everest’e grup götürdükleri için sonbaharda Manaslu’yu tercih ediyorlar.
Manaslu ana kampına iki değişik rotadan yaklaşım mümkün. İlki Katmandu’dan Arugat kasabasına 7-8 saatlik otobüs yolculuğu ile varıp sonrasında araç yolu olmayan, Budhi Gandi nehrinin vadisinde yamaçlarından geçen dar ve sarp patika yolda 1 haftalık bir yürüyüş, diğer seçenek ise Katmandu’dan Besi Sahar kasabasına araçla gelip oradan trekking ile 5215 m yüksekliğindeki Lryka La geçidinden Samagaon köyüne ulaşmak. İki rota da Manaslu ana kampı altında ki Samagaon köyünde buluşuyor.
Bu tırmanış için Türkiye’ye getirdiği gruplar nedeni ile tanıdığım İtalyan dağ rehberi Cesare C. Bianchi’nin organize ettiği bir ekspedisyona katıldım. Ekip Cesare, onun firmada ortağı olan Silvano ve İtalya’nın Cervino bölgesinde Mattehorn dağının İtalya yüzünde dağ rehberi olarak çalışan Ivan ve benden oluşuyordu. Ben hariç hepsinin Cho Oyu zirvesi ve daha önce Manaslu denemeleri olmuş; tecrübeli bir ekip. Benim önceki en yüksek tecrübem 2007 Temmuz’unda Pik Lenin zirvesiydi ama sonrasında Türkiye’de çok sık dağlara gidiyor ve dağlarda çalışıyor olmak büyük avantajdı.
Ekibimize daha önce Manaslu ve başka sekiz binliklere tırmanmış Tshiring Şerpa, yüksek irtifada çok deneyimi olmayan Furpa Şerpa, aşçı ve aşçı yamağımız ve bir de tüm yüklerin taşınmasından sorumlu olan kişi olmak üzere 5 kişilik Nepalli destek ekibi yardımcı olacaktı. Yani 4 kişilik tırmanış ekibi ve 5 kişilik personel şeklinde gayet küçük bir ekiptik.
İstanbul’dan rehberi olduğum son turun üyelerini bir gün erken bırakıp, 10 Eylül 2014’te, bir gün içinde ne kadar hazırlanılabilirse o kadar hazırlanarak, uçağa bindim. Katmandu’ya 11 Eylül’de varıp havalimanında 40 Dolar ödeyerek 30 günlük vize almak ve Katmandu sokaklarına kendimi atmak adeta göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir sürede oldu.
Katmandu’da beraber uçacağımız helikopter için Cho Oyu ana kampına başka bir ekip ile yürümekte olan Cesare ve Silvano’nun gelişlerini beklemem gerekiyordu. Heyecandan zor geçirdiğim 3 günden sonra 14 Eylül’de, üç ekip üyesi ve Tshiring Şerpa ile sabah erkenden havalimanına gittik. Havanın yağışlı ve görüşün düşük olması nedeniyle 10.00-11.00 gibi ancak hareket edebildiğimiz helikopter ile ana kampa en yakın köy olan Samagaon’a uçtuk. Uçuş yaklaşık 40-50 dakika sürdü. Samagaon köyü vadinin içinde, düzlükte kurulu ve ana kampa gelen tırmanışçılara ve trekkingcilere pansiyon, hamallık hizmetleri sağlayarak geçimini sağlayan sevimli bir köy. Köydeki Budist manastırı bölgedenin en önemlilerinden.
Ekibin dördüncü elamanı Ivan ile Samagaon köyünde buluştuk çünkü o Manaslu ana kampına gelen diğer trekking rotasını seçmiş; 5215 m’deki Lryka La geçidinden geçerek ve 5000 m’lerde uyuyarak aklimatize olup gelmişti. Cesare ve Silvano da Cho Oyu’nun 1. kampına (6000 m) kadar yükselip geldikleri için ben hariç diğer ekip üyeleri yükseğe uyum tırmanışlarına hazır durumda idiler. Ben de son haftamı Aladağlarda çalışarak geçirmiş ve en azından 3700 m’deki Samagaon köyüne helikopter ile direkt varmada sorun yaşamamıştım.
Anakamp yolunda Manaslu buzulu ve gölü |
Ana kamp ve arkada Manas Doğu sivrisi |
Ana kampın yukarıdan görünüşü |
Tırmanış için tüm ekip üyeleri ve iki şerpamız ile 15 Eylül 2014 sabahı Samagaon köyünden çıktık ve 5 saatlik bir yürüyüş ile 4850 m’deki ana kampa vardık. Köy ile ana kamp arası inanılmaz güzel bir doğaya sahipti. Yeşillikler arasından bir dereyi takip ederek başlayan patika Manaslu buzul gölünün yanından geçiyor ve zigzaklar ile yamaçta yükselip ana kampa varıyordu.
Ana kampımız yaklaşık 10 gün önceden kurulmuş ve çadırlar yerleştirilmişti. Yer olarak bir sırt ile diğer firmaların yoğun olarak yerleştiği yerden ayrılıyordu. Ana kampta bir mutfak çadırı, ekip olarak kalabalık olmadığımız için görece küçük bir yemek çadırımız, herkesin tek başına kullandığı oldukça geniş bir çadır ve duş-tuvalet çadırı vardı. Tuvalet çadırından bahsetmeliyim. Çünkü bizim ticari Ağrı dağı turlarında örnek almamız gereken ilginç bir deneyim idi. Tuvalette alta plastik varil yerleştiriyorlar. Bu variller doldukça ağzı kapatılarak çıkarılıp aşağı taşınıyor. Ana kampta büyük tuvaletinizi dışarı yapmak yasak. Bu güzel bir uygulama. Ama daha ilginci kampa varınca şerpamızın bana söylediği “Büyük tuvaletini dışarı yapmak yasak, ama küçük tuvaleti de tuvalete yapmak yasak.” kuralı ve nedenini sorduğumda aldığım “Çünkü o varilleri mümkün olduğunca kuru tutmak, varillerin temizliği ve uzun süreli kullanımı için önemli.” yanıtıydı. Fakat aynı anda hem küçük hem büyük tuvalet ihtiyacın olursa, nereye gideceğine karar vermek zordu…
Tırmanış için seçtiğimiz rota Manaslu dağının klasik rotası olan kuzey doğu rotasıydı ve ana kamp sonrası dört yüksek kamp kullanılıyordu. Kampları ve kamplar arası rotayı biraz tarif etmek gerekirse; 4850 metrede kurulu olan ana kamp bir morenin yani buzulun dağları aşındırması ile oluşmuş kaya-toprak örtüsü üzerindeydi.
Kamp 1: Biz 5800 m’deki kampı kullandık ama 5400 m’de kamp atan firmalar da vardı. Ana kampı çıkarken; önce kayalık yüzey (moren) üzerinde, taşlık dik patikada bir saat yürünüyor ve III-V derecelik kaya tırmanışı gerektiren kayalık etap geçilerek buzulun başladığı ve krampon noktası denilen yere varılıyor. Burada kemer, krampon takılıyor ve ondan sonra rota üzerinde iken tekrar bu noktaya dönene kadar hiç çıkarılmıyor. Zirveye kadar rotanın %90’ına sabit hatlar döşenmiş ve sabit hatlara girerek, daha dik yerlerde ise ipe el yumarı ile girerek ilerleniyor. Ana kamp ile 1. kamp arası en kolay bölüm çünkü çok dik değil ve buzul çatlakları da çok sık değil.
Kamp 2: 6400 m’de kurulu ve 1. kamptan sadece 600 m yüksekte ama 1. kamp ile 2. kamp arası, serak duvarları arasında oldukça sık, geniş ve derin buzul çatlakları ve dik çıkışlar içeriyor. Rotanın 3. ve 4. kamp arasındaki bölümünden sonra teknik denilebilecek ve ikinci zor yeri burası. Benim için geniş çatlak geçişleri ve uzun alüminyum merdivenleri geçmek en zoru idi. Yüzlerce metre derin çatlaklar ayağınızın altında görünürken kramponlar ile merdivenler üzerinde yürümek ve dengeyi sağlamak deli gibi korkutuyordu beni.
Kamp 3: 6800 m’de kurulu. Kamp 2 ve 3 arasındaki bölüm 1. ve 2. kampın arasına göre daha kolay ama yine çatlaklar, alüminyum merdiven ve dik çıkışlar içeriyor. Kamp 3, 2012 sonbahar döneminde büyük bir çığ kazasının yaşandığı ve 12 kişinin öldüğü yer.
Kamp 4: Kamp 4, 7450 m’de ve benim favori kamp yerim. Kamp 3’ten dimdik başlayan bir duvar çıkışı ile başlıyor, sonra Doğu Sivrisi’ne (East Pinnacle) doğru biraz yan geçip, tekrar dik yükselip, son bölümde sağa yan geçiş ile düze çıktığında 4. kamp beliriyor. En güzeli ise 4. kamptan Manaslu zirvesinin, hemen yanı başındaymışçasına görülmesi. Kamp 4’e çıkan rota, dikliği ve ağır kamp yükü ile dimdik duvarda inen ekipler ile çıkan ekipler aynı ip üzerinde karşılaştığında emniyet malzemelerini değiştirmek açısından oldukça yorucu ve stresli, ama çıkış bitip de kampa varınca manzara çok etkileyici ve değiyor.
Ana kamp yemek çadırının içi |
Ana kampta kaldığımız günlerde çamaşır yıkarken |
Puja töreni sonrası ekip: Cesare, ben, Budist rahip ve Ivan |
Puja töreni sırasında kutsanması için koyduğum malzemelerim |
Ana kampa bir heyecanla vardıktan sonra hemen ertesi gün ilk yükselme denemesini yapmak istedim. Diğerlerinin önceki günlerde 5200-6000 metreleri görmüş olması nedeni ile yükseğe uyum için benim farklı bir aklimatizasyon programı yapabileceğime inanıyordum ama bu mümkün olmadı. Önce hava yağışı yüzünden, sonra Puja törenini beklememiz gerektiğinden, ana kampa çıktıktan sonra üçüncü gün ilk aklimatizasyon tırmanışına başlayabildik. Tüm ekip birlikte hareket ettik. 2012’de yaşanan çığ kazasının kampı vurması nedeni ile Cesare aklimatizasyon tırmanışlarında 3. kampı uyumak için kullanmıyordu. Ekip 2. kampta uyuyup 3. kampa çıktıktan sonra ana kampa geri dönüyordu. Bu önlem almak adına iyi, ancak yükseğe uyum açısından bakıldığında çok uygun gelmemişti bana; çünkü 8000 m’lere tırmanmak için sadece 6400 m’de uyumak ve 6800 m’lere kısa süre ile ulaşmış olmak yetersiz görünmüştü. Çığ kazası sonrası kamp 3’ün yeri değiştirilmiş ve daha güvenli bir yere alınmıştı zaten.
Böylece 18-20 Eylül tarihleri arasında kamp 1 ve kamp 2’ye çıkıp orda uyuyarak ana kampa indik. Benim ısrarım üzerine ve ana kampta dinlenme günlerini azaltarak 23-25 Eylül arası ikinci bir aklimatizasyon tırmanışı daha yaptık. Biz bu tırmanışı yaparken iyi hava penceresi başlamış ve birçok ekip zirve tırmanışına başlamıştı.
Bu arada ekipten Silvano, ilk aklimatizasyon tırmanışı sırasında, kamp 2’de, 6400 m’de uyuduğumuz ilk gece ayaklarını ısıtamadığını söyleyerek, daha önce dondurduğu parmaklarını tekrar dondurmak istemediği için dönme kararı aldı. Sonraki günlerde de Cesare ana kampa vardığımız günlerde başlayan akciğer enfeksiyonu nedeni ile tırmanışını bitirme kararı aldı ama bizi ana kampta bekledi. Böylelikle zaten küçük ekibimiz iyice küçülmüştü. Sadece ben ve Ivan kaldık ve bir tecrübeli şerpa, bir de yetişmek üzere olan şerpa ile 4 kişi olarak devam ettik.
Ana kamp ve 1. kamp arasında rota |
1. kampı 5400 m'de kuran ekipler |
1. kamp (5800 m) |
1. ve 2. kamplar arası rota |
1. ve 2. kamplar arası dik çıkış ve ip inişi gerektiren bölümler |
Kamp 2'ye çıkış |
26 ve 27 Eylül günleri tırmanış döneminin son günleri yaklaştığı için ana kampta stresli gecen iki dinlenme gününden sonra, 28 Eylül sabahı zirve için yola çıktık. Şanslıydık ki ilk günler biz kamp 1, 2 ve 3’e vardıktan sonra öğleden sonraları kar yağışı oldu ama yükselmemizi engellemedi. 1 Ekim 2014 günü kamp 4’e öğleden sonra vardık.
Gece dinlenmeye çalışarak geçirdiğimiz saatlerden sonra 2 Ekim günü, saat 02.30 gibi zirve için tırmanışa başladık. Ben gece o kafa dağınıklığı ve konforsuzluk ile ayakkabıların meslerini uyku tulumunun içine almayı becerememiştim; botlar çadırda olmasına rağmen ayağıma giydiğim andan itibaren ayaklarım üşümeye başladı ve tüm tırmanış boyunca hiç ısınmadı.
Tırmanışa başladığımız ilk saatin sonunda Ivan midesinin kötü oluşu ve ısınmayan elleri nedeni ile dönme kararı almış ve Furpa da onunla geri dönmüştü. Biz Shiring Şerpa ile iyi bir tempo ile tırmanmaya devam ettik ve 2-3 kez kısa mola verip çay içtik. Rota kamp 4’ten sonraki küçük bir tepeyi aştıktan sonra platoda düz devam ediyordu. Ardından Shiring’in dikliği nedeniyle “killer slope” yani “öldüren yamaç” dediği zirveye bağlanan dik bir yamaca tırmanmaya başlanıyordu. Nefes alışımda yüksek irtifanın etkisini çok hissetmiyordum ama bir türlü ısınamıyordum. Kaz tüyü ceket ve pantolondan oluşan tulumun altında içlik, polar ceket ve bir yelek vardı ama ona rağmen ısınamıyordum. Shiring’e sürekli “zirve de karanlık olacak, çok erken varacağız” diyordum. Çünkü Shiring daha uzun bir tırmanış süresi hesaplamıştı ama ikimiz kalınca hızlı gidiyorduk. Sonra tam zirvenin altında, öldüren yamacın bittiği yerde gün ışımaya başladı. Fiziksel olarak değil ama psikolojik olarak artık bitsin istiyordum. Çok üşüdüğüm için son anlar çok keyifli değildi. Hava aydınlanmaya başlarken güneşin ilk ışıkları karşı uzak zirvelere vurmaya başladı. Güneşin birazdan bize vuracağı ve ısınacağım umudu ile devam ettim. Zirve heyecanı değildi yaşadığım. Sonraları düşününce bunun hipotermi ve onun psikolojisi ile yaşadığım sıkıntılar olduğunu anlıyorum. Zirve sırtına ulaştığımızda titremeye başladım. Aslında hava rüzgarlı değildi, sakin ama açık ve aşırı ayazdı. Sıcaklığın -25°C ya da -30°C olduğunu tahmin ediyorum. Bu arada Shring titrememin geçmemesi üzerine bir ip ile beni kendisine bağladı ve itiraz edemedim. Alt kamplar arasında tırmandığımız günlerde, çoğunlukla ticari tırmanış grup üyelerinin şerpa tarafından bir ip ile kendilerine bağlandığını ve bu müşterilerin adeta bu iple sürüklenerek tırmandıklarını, karabinalarını çıkarıp ipe takma işlerini bile şerpaların yaptığı durumlar görmüştüm ve kendi kendime “çok şükür bu şartlarda tırmanmıyorum” demiştim. Şimdi zirvede o hale düştüm diye üzülmeden edemedim ama zirveye giden son birkaç metrelik dar patika dik bir kar kornişinin üstünden geçiyordu ve zirve bir-iki kişinin ancak durabileceği genişlikteydi. Çevresi binlerce metre uçurum olan zirvede en ufak yanlış bir hareket ile aşağı düşmek çok olasıydı ve düşülürse sabit hatlarda kullanılan naylon statik iplerin tutup tutmayacağı şüpheliydi. Ellerimden eldivenleri çıkaramıyordum. O sırada güneş sırta ulaşmıştı, geri sırta indim ve sırtta 15-20 dakika kadar çay molası verdik, sonrasında hızla aşağı indik. Gece 02.30’da başlayan tırmanışımız saat 08.00 gibi zirvede son bulmuştu.
Kamp 4’e vardığımızda Ivan ve Furpa’dan kutlama beklerken onların aşağı indiğini öğrendim. Biz de aynı gün kamp 3’ü geçerek kamp 2’ye vardık ve geceyi orda geçirdik. Botları ayağımdan çıkarınca parmağımdaki donuğu fark ettim. İlk görünüşte oldukça küçük ve beyazımsı sarı idi. Sonra ana kampa indiğimiz yürüyüş ve oradan Samagaon’a inen dik yürüyüş nedeniyle morardı ve su topladı.
Ertesi gün, 3 Ekim 2014 sabahı kahvaltı sonrası önce kamp 1’e, oradan da ana kampa indik ve beni karşılayan ekip arkadaşlarıma hipotermi sorunu nedeni ile çok keyifle hatırlamadığım bir zirve sevinciyle ve zirvede onlarla beraber olamadığım için daha çok buruklukla sarıldım.
2. ve 3. kamplar arası rota |
Kamp 3'ten ayrılırken |
Kamp 3'ten kamp 4'e çıkış |
Kamp 4'e çıkarken aynı ip üzerinde inenler ve çıkanlar malzeme değiştirirken |
7450 m'de 4. kampta şişme matı şişerek ciğer kapasitemi test ediyorum |
4. kamptan gün batımında Manaslu zirvesi ve zirveye giden rota hattı |
Zirveye birkaç metre kala |
Zirve sırtında |
Zirve'den inişe geçiyoruz |
Tüm tırmanış süresi boyunca en çok zorlandığım şey, kampta çalışan personel ile beraber 8 erkek arasında tek kadın olmak ve tuvalet sorunu idi. Üst kamplarda tuvalet için basitçe açılmış çukurlar kullanılıyordu ve ben her üst kampa çıkışımızda bu çukurların etrafına kar duvarı ördüğüm için dalga konusu oluyordum. Yüksek irtifada erkek ağırlıklı bir ekipte kadın olmak zordu, o nedenle Manaslu Çin kadın ekspedisyonu üyelerine özenmedim dersem yalan olur. :)
Üst kamplarda çadır kullanımı ise hiç beklediğim gibi değildi. Cesare’nin kararı ile üst kamplarda büyük Ferrino çadırları iki ekip üyesi ve bir şerpa olacak şekilde üç kişi kullanıyorduk. Şerpalar özellikle bizim çadırda kalıyordu ve kar eritme, su kaynatma, çay ve yemeği hazırlama işini onlar yapıyordu. Bu Cesare’nin turlarında oturmuş bir sistemdi ve müşterilere hizmet ve kolaylık sağlamak amaçlıydı. Ama bu benim hiç hoşuma gitmedi çünkü şerpalara bağımlıydık ve çayı, yemeği onlar nasıl hazırlarsa o şekilde yemek pek iyi olmuyordu. Buna bir de çadırı yeni tanıştığım iki erkekle paylaşmak durumunda olmak eklenince üst kamplar benim için konforsuz oluyor ve yeme-içme durumları da ana kamp ile karşılaştırınca aniden çok zayıf bir beslenme haline dönüşüyordu. Bu nedenle üst kamplarda zeytin, peynir, domates, tütsülenmiş et gibi Türkiye’den götürdüğüm sevdiğim yiyecekleri ekmekle yiyerek, haşlanmış makarnayı üst kamplara kendim taşıyarak beslendim.
Yüksek irtifaya uyum amaçlı yaptığımız iki tırmanış sırasında da, ortak kullandığımız çadır ve gaz kartuşu dışındaki eşyalarımı kendim taşıdım ve vardığımızda şerpalara çadır yeri hazırlamada ve çadırı kurmada yardım ettim. Ekip arkadaşlarım “İsmet müşteri misin, şerpa mı; bir karar ver.”, ya da “Bu yükseklikte çok çalışıyorsun, kendini bitireceksin, biraz otur.” diye bana çıkıştılar ve sanırım onlar yardım etmiyorken benim bu işlere kalkışmam onları rahatsız ediyordu. Oysaki edindiğim bilgilere göre yüksek irtifada çalışmak ve yük taşımak aklimatizasyonu hızlandıran faktörlerdi ve ben rehber olarak çalıştığım Ağrı turlarında yeterince yardımcı ekip olmadığından müşterilerin çadırlarını sürekli kurduğum ve çadır yeri hazırlamalarına yardım ettiğim için buna alışıktım. Şerpalara yardım etmek istememdeki bir neden de hallerine acımadan edemiyor olmamdı. Bizim ekip üyeleri 6-10 kg arası, ben 15-16 kg taşırken, şerpalar 25-30 kg yük taşıyorlardı.
Cesare sonraki günlerde donan parmağımı sıkı takip etti. Aslında Katmandu’ya yürüyerek inmek yerine helikopter ile dönmem için beni zorladılar ama ben kendi sağlık bilgim (eski hemşire olmanın faydası) ile donuğun çok ileri derecede olmadığı, Katmandu’da 4-5 gün geçirmek istemediğim ve zaten gelirken trekking yapma şansım olmadığı için, hiç değilse o beş günü bölgenin doğasını görmek amacıyla yürüyerek inmek için ısrar ettim ve öyle de yaptık.
15 Eylül’de geldiğimiz ana kamptan çok çabuk ve keyifli geçen günler sonrasında 4 Ekim’de ayrıldık ve o gün üç saatlik bir yürüyüş ile Samagaon köyüne vardık. 5 Ekim’de tekrar başladığımız yürüyüş ile her gün yaklaşık 600-800 m irtifa kaybederek, inişli çıkışlı patikalardan ve suları çok bol ama pis köylerden geçerek 9 Ekim’de Arugat kasabasına vardık. 10 Ekim 2014 sabahı saat 06.00 gibi başladığımız dev tekerli otobüs macerası 8 saat surdu ve Katmandu’ya öğleden sonra 14.00 gibi vardık. Ertesi gün uçağım saat 07.00’deydi ve ekip benim için acele etmişti.
Beslenme: Yiyecek konusu ana kampta tüm tırmanış organizasyonu içinde en şanslı olduğum konuydu sanırım. İtalyan mutfağı konusunda uzman, Nepalli çok iyi bir aşçımız vardı ve yemekler tek kelime ile süperdi. Her yürüyüş günü toplamda 2 lt çay ve su taşıdım ve tükettim. Ek olarak her gün bir multivitamin aldım, 6400 m ve üstü kamplarda ise 2 tane 7 mg’lık bebek aspirini aldım.
Nepal’de ticari yüksek irtifa tırmanış organizasyonları çok önemli bir gelir olduğu için bu turlar için çalışan aşçılar da ülkelerin mutfağına göre uzmanlaşıyormuş ve hep aynı ülkelerin insanları için çalışıyormuş. Yani İtalyan mutfağında ya da Çin mutfağında tecrübe kazanmış iyi aşçılar varmış. Türk mutfağında uzman aşçıların da yetişmesi için oralara gidip tırmanan kişi sayımızın artması gerekiyor.
Malzemeler: Kaz tüyü ceket-pantolon şeklindeki tulumu ve 8000’liklerde giyilen Crispi botlar gibi en önemli malzemeleri bütçemin yetmemesi nedeni ile Katmandu’da bir mağazadan kiraladım. Kira ücreti krampon ile beraber toplam yaklaşık 200 Avro idi. Sonradan aldığım bilgiye göre Crispi botlar yalıtımı iyi olmadığı bilinen bir markaymış. Kiralık malzemeler sık kullanılıp sık temizlendiği için kaz tüyü tulumun ısıtma performansı düşmüş olabilir ve o nedenle hipotermi yaşamış olabilirim.
Şerpa Desteği: Manaslu’da sabit hatları en önemli batılı ticari firmalar olan Russel Brice’ın firması Himex ve High Altitue Junkies için çalışan serpalar döşüyor. Diğer her ekip onları bekliyor. Oksijen kullanan ekipler için, ki çoğu ekip 6800 m’deki 3. kamptan itibaren oksijen kullanmaya başlıyor, şerpalar oksijen tüplerini diğer eşyaları, çadırları, yiyecekleri taşıdıkları gibi önceden getirip depoluyorlar. Bu nedenle siz aklimatizasyon için bir ya da iki kez çıkıp iniyorsanız onlar 3-4 kez ve genelde sizden önce ve sizden hızlı çıkıyorlar. Tırmanan müşterilerin çoğunluğu birebir şerpa ile tırmanıyor ve şerpalar iplerle onları kendilerine bağlayarak güvenliklerini sağlıyorlar.
Ben elimden geldiğince onlara yük olmamaya ve denizde damla misali kendi işimi kendim halletmeye çalıştım. Normalde ödediğim ekspedisyon paketinde bana özel zirve şerpam yoktu ama diğer ekip üyeleri dönme kararı alınca Shring Şerpa zirvede yalnızca bana eşlik etmiş oldu. Yani yine şans benden yana idi… :)
Sonuç olarak; kendi imkanlarımla yaratabildiğim en iyi şartlarda, Himalayalarda bir sekiz binlik tırmanışı denedim. Elimden gelenin en iyisini yapmak, görmek, tecrübe etmek için gittim ve her anı ile keyif aldım, gözlemledim, öğrendim.
Normale göre hızlı bir program denedim. Sonuçta iyi gitti gibi görünüyor ama zirvede yaşadığım hipotermi ve parmağımın donması, tırmanış için 5000 m ve üstünde yeterince vakit geçirmediğim veya sabah henüz hava çok ısınmadan zirveye ulaştığımız için de olabilir.
Özellikle oksijen kullanmadan tırmanmak istedim ve o yükseklikte oksijensiz ne yapabildiğimi görmek istedim; yaşadığım sorunlarda bunun etkisi büyük olabilir ama pişman değilim.
Zirve anını çok keyifle ve mutlu tarif edemiyorum ama en başından belirttiğim gibi benim için tek o kısa an değil, yolculuğun tamamı, tırmanış organizasyonunun tümü değerli idi. Herkes taşıdığım çantanın ağırlığına, üst kamplara vardıktan sonraki hareketliliğime, nasıl o kadar çok yemek yiyebildiğime şaşırıp durdu. Sonunda artısı ile, eksisi ile güzel bir tırmanış, güzel bir yolculuk oldu.
Manaslu’da tırmanış dönemi ise yazımın başında ifade ettiğim verilerin aksine, genel olarak çok başarılı ve çok az ölümün yaşandığı bir dönem oldu. Aklimatizasyon tırmanışı sırasında düşüp ölen bir Japon tırmanışçı haricinde dağda iken ölen olmadı ama yolda tanıştığımız bir Avusturyalıyı zirve sonrası 4. kampta bilincini kaybetmiş halde görmek beni üzdü.
Yazar: İsmet İNAN
Editör Notu:
2014 yılı sonbaharında İsmet İnan, Dünyanın en yüksek 8. zirvesi olan Manaslu (8163 m) zirvesine oksijen kullanmadan ulaşarak bu dağın ilk Türk kadın tırmanışını gerçekleştirdi. Arşivimizde tuttuğumuz bu önemli tırmanışın yazısını sizlerle 34. sayımızda paylaşmayı planlıyorduk. Ancak TAKOZ 34'ün yayımlanması biraz daha vakit alacak. Yüksek irtifaya ilgi duyan ve özellikle bu tırmanışın detaylarını merak eden okuyucularımızı daha fazla bekletmemek için, İsmet İnan'ın Manaslu tırmanışı yazısını burada yayınlıyoruz.
|