Paul Preuss, hakkında çok fazla yazı ve kaynak olmayan bir tırmanıcıdır. Günümüzde Preuss hakkında en çok bilgi ‘sikke ihtilafı’ olarak bilinen yazı dizisinden edinilebilmektedir. Ali Değer Özbakır oldukça detaylı bir araştırma sonrasında hazırladığı “Preuss’u nasıl okumalıyız?” 1 başlıklı makalesinde Paul Preuss’u ülkemiz tırmanıcılarına tanıtmıştır. ‘Sikke ihtilafı’ tartışmalarını okuyan herkes Preuss’u kendi bakış açısı ile yorumlayacak, tanımaya çalışacak ve başkalarına aktaracaktır. Ama bu tartışmalardan yola çıkarak ‘Preuss böyle okunmalıdır’ şeklinde iddialı bir çıkarıma varmak mümkün değildir. Bu çıkarım ‘sikke ihtilafı’ dizisini okuyacak kişilerde bir önyargı oluşturacaktır. Bu yazı ile “Preuss'u nasıl okumalıyız?“ makalesindeki bazı çıkarımları tartışmak ve ‘sikke ihtilafı’ yazışmalarını okumayı düşünenlere farklı bir bakış açısı sunmak istiyorum.
Not: Ali Değer Özbakır’ın makalesinden yapılan alıntılar koyu siyahla, Preuss’un orijinal metinlerinden olanlar ise kırmızıyla gösterilmiştir. Yazı içerisinde Ali Değer Özbakır yerine yazar ifadesini kullanarak devam edeceğim.
Yazının giriş kısmında var olan ifadelere katılmakla birlikte konu Preuss’un neden solo tırmanışı seçtiğine ve 6 maddelik manifestosunu yayınlama gereği duyduğuna gelince yazar objektif bir değerlendirmeden oldukça uzaklaşmakta olduğundan kendisinin fikirlerine katılmakta zorlanıyorum. Yazar Preuss’u iki önemli argümanla açıklamaktadır. Elitizm ve üst insan kavramı. Şimdi Preuss’un makaleleri üzerinden bu çıkarımların yapılıp yapılamayacağı üzerinde duralım.
“Preuss ikinci makalesinde, önerdiği prensipler kabul edildiği takdirde Guglia, Campanille, Delgado kuleleri ve benzerlerinin çok az tırmanış denemesine sahne olacağını, bunun da fevkalade iyi bir şey olduğunu bildiriyor. Saf tırmanış yaklaşımı hakikaten tehlikeli ve bu sebeple elitisttir, çünkü dağlara akın eden yığını buralardan uzak tutmaktadır. Popülist yaklaşım ise profesyonel rehberlerin sürekli surette ehliyetsiz müşterilerinin elinde hayatlarını tehlikeye atmaları anlamına gelmektedir. Preuss’un şu sözlerine bir bakın…”
Yukarıda alıntılanan kısım Preuss’un ilk makalesine (Artificial Aid on Alpine Routes) cevap olarak Piaz’ın yazmış olduğu yazıda insanları büyük bir tehlikeye sokacağına dair ortaya koyduğu söyleme karşı Preuss’un ikinci makalesinde (My Answer - Response to Piaz) verdiği cevaptır. Yazının son dört paragrafını Piaz’ın "en ciddi suçlamasına" ayırdığını ifade ederek başlayan Preuss ortaya koyduğu düşünceler doğrultusunda tırmanıldığı takdirde kaza ihtimalinin düşeceğini açıklamaya çalışmakta, tam güvenlikli sayılan tırmanışlarda da ölümlü kazaların olduğunu dile getirmekte ve karşıt görüşler ileri sürmektedir. Bu kısım özellikle önemli çünkü yazar bu kısımdan birkaç alıntı birden yapmıştır. Yukarıdaki alıntının bütün hali şu şekildedir: “Eğer bir gün ip inişi yapılması sadece istisnai durumlarda uygulanabilecek geçici bir çözüm olarak kabul edilirse; Guglia, Campanile, Delago Kulesi, vs. gibi dağlar daha az ziyaret görecektir, bu sebepten dolayı da bu durum çok daha iyidir! Günümüzde yukarı tırmanabilen ancak aşağı tırmanamayan kişiler kendilerini daha mütevazi dağlarla mutlu edecekler, aynı ip inişinin öğrenilmesi gibi aşağı tırmanmayı da öğreneceklerdir! Bugünün çoğu tırmanıcısının yapabilirlik limiti kendi etraflarına yapay yardımla ördükleri kaleler neticesinde belirsizdir; günümüzde hakikaten kabul edilebilir yapay yardım kullanımı çok nadirdir. Bir kişi bu içler acısı gidişata karşı durmak isterse ve bir kötülüğün kökünü kurutmak isterse; o zaman dostum Piaz; o kişinin “mantıksız, acımasız ve sorumsuz” olmadan bu işin köklerine inmesine izin verilmiştir, hatta yapması gereken budur.” Burada örneklenen zirvelere bu tartışmalar sürerken ip inişi, pandül gibi ip manevraları ve ipin yapay tırmanış malzemesi olarak kullanılması sayesinde ulaşılabiliyordu. Doug Scott’ın Big Wall Climbing kitabına göre Guglia Edmondo de Amicis’in 1906 yılında Piaz tarafından yapılan ilk çıkışında Piaz bu kulenin tam karşısında yer alan Punta Misurina kulesine tırmanmış, zirveden Guglia’nın zirvesine, ucuna demir bir gülle bağlanmış olan ipi fırlatmıştır. Daha sonra bu ipi gerdirerek iki kule arasında bir hat oluşturmuş, bu hat vasıtasıyla Guglia’nın zirvesine ulaşmıştır. Piaz daha sonraları bu yaptığından pişmanlık duyduğunu belirtmiştir. Benzer tekniğin kullanılmasıyla Torre del Diavolo da çıkılmıştır 2. Dolayısıyla Preuss’un örneklediği tırmanışlar gerçekte tırmanış değil ipin kullanılmasıyla zirvelere ulaşılmasıdır.
Yukarıda alıntıladığım giriş kısmından sonra orijinal metin okunduğu takdirde Preuss’un zor rotalara veya ipin yapay tırmanış malzemesi olarak kullanımını gerektiren rotalara giren insan sayısının düşmesinin iyi olacağını birkaç varsayımdan yola çıkarak vurguladığı görülmektedir. Preuss, kendi önermeleri kabul edildiği takdirde, bu rotaları tırmanmak isteyen kişileri kendilerini geliştirmeye iteceğini ve tırmanıcıların daha kolay rotalarda geri tırmanmayı (down climb) öğrendikten sonra bu zor rotalara gireceklerini varsaymaktadır. Bu düşünce sistemi gelişime açık olduğundan dolayı da az kişinin gelmesi (örneklediği zirvelere, genel olarak dağlara değil) kavramının; buraları tırmanabilmek için gelişme adına daha kolay zirvelerde tırmanmaya devam etme şeklini alacağını varsaymaktadır. Yazarın çıkarım yaptığı şekilde Preuss’un bu açıklamaları “dağlarda daha az insan (kitle) olacak/olmalı” şeklinde elitist bir yaklaşım değildir. Aksine yapay tırmanışla insanların kendilerini limitlediklerini ve becerilerine ait yetersiz bilgilerinin, etraflarına ördükleri bu duvarın yıkılması sonucunda gelişeceğini varsaymaktadır. Yazarın Preuss’un yazılarından çıkardığı saf tırmanışın tehlikeli olduğuna ve kitleleri uzak tutacağına dair yorumu oldukça öznel bir düşüncedir. Preuss bunu kastetmemektedir. Ki yukarıdaki alıntıların yapıldığı makalenin (My Answer - Response to Piaz) bu kısmında Preuss öne sürdüğü görüşlerin (purity of style) insanları tehlikeye atmayacağını açıklamaya çalışmaktadır. Yine Preuss’un bu metninden ve yazdıklarından dağlara giden insan sayısının azalmasının iyi bir şey olacağına dair bir iddiada bulunduğuna dair bir varsayımda bulunmak öznel olacaktır. Aksine Preuss dağlara aynı sayıda insan geleceğini ancak herkesin kendi limitlerinde tırmanışlar yapacağını öne sürmektedir. Dolayısı ile yazarın bu çıkarımı bence hatalıdır. Anlaşılır olması için günümüzden örnek vermeye çalışırsak: bu sene Cerro Torre’yi tırmanmak isteyen çok büyük bir insan topluluğu Kompresor rotasının boltlarının bir kısmının sökülmesi dolayısı ile kendi tırmanış kapasiteleri içerisinde yer alan Fitz Roy’a ve civar zirvelere yönelmiştir. Yani El Chalten’deki tırmanıcı sayısı değişmemiştir. Sadece tırmanılan rotalar değişmiştir. Günümüz itibariyle Cerro Torre’yi tırmanmak istiyorsanız Preuss’un önerdiği şekilde kendinizi geliştirmeli, serbest tırmanış derecelerinizi yükseltmeli ve hazır olduğunuzda bu dağa gitmelisiniz. Preuss’un önermesi kitleleri dağlardan uzak tutmaya çalışan elitist bir yaklaşım değildir.
“Gelecek vadeden tırmanıcılar ihtiraslarına, becerileri, entelektüel kapasiteleri ve teknik eğitimlerinin el verdiği ölçüde gem vurmaya teşvik edilmelidir; ne az ne daha fazla.”
“Yani Preuss, eğitim ve entelektüelliği bir anlamda dağcılığın bir parçası olarak görmekteydi.”
Bu kısım Preuss’un yukarıda bahsettiğim yazısındaki (My Answer - Response to Piaz) Piaz’ın en ciddi suçlamasına (insanları tehlikeye atarak, ölüme götürmek) cevap olan dört paragraftan ikincisinin son cümlesidir. Aşağıdaki alıntı bunun hemen öncesidir. Preuss kaza ihtimalinin azaltılabilmesinin yolunun limitlerinizi bilmekten geçtiğini düşünmektedir. Kendi limitleriniz içerisinde tırmanırsanız ters bir durumla karşılaşma ihtimaliniz düşer. Preuss insanın hırslarının (ihtiras) kendi limitlerini görmesine engel olduğunu varsaymakta dolayısıyla kişinin bilgi düzeyinin arttırılarak (entelektüellik) özfarkındalık seviyesinin de arttırılabileceğini düşünmektedir. Dolayısıyla bunun sonucunda herkes kendine uygun olan rotaya girecektir. Yazarın yazısının en başında ortaya koyduğu Preuss’un üst sınıfa mensup ve entelijensiyaya dâhil olduğuna dair yorumu dolayısı ile buradaki entelektüellik kavramını da yanlış algıladığını düşünmekteyim. Preuss yanlış anlaşılan bu kavramdan sonraki makalelerinde de özellikle söz etmektedir.
“Her Pazar günü Münih ya da Viyana civarındaki tırmanış bahçelerine giden çoğu genç (ve bazen de yaşlı) tırmanıcı, sikke ve iniş perlonlarına körlemesine güveniyor, kendi becerilerinin çok daha üzerindeki zor rotaları çözmeye çalışıyor ve ceplerine doldurdukları narin donanımın nasıl kullanılacağı bilgisine sahip bile değil…”
Bu cümlelerde amaçlanan ise tamamen yapay tırmanışla ve o günün güvenli addedilen koşullarında tırmanış yapılsa dahi kaza ve ölüm tehlikesinin aynı şekilde var olduğuna işaret etmektir. Piaz’a cevaben söylediği ve bu son paragrafı temellendirdiği yaklaşım ilk cümlesindedir: “Yapay yardımcıların kullanılması gerçekten her zaman tehlikesiz midir? Kaç düşüş kötü çakılmış sikkeler yüzündendir; kötü ip inişleri çoktan kaç ölüme neden olmuştur?”
Yazarın yukarıda yaptığı alıntı da Preuss’un bu önermesini desteklemek amacıyla ortaya koyduğu bir tespittir. Preuss, bu örneğine gelene kadar sikkeli rotalarda da insanların öldüğünden söz etmekte, sonrasında ise yazar tarafından alıntılanan yukarıdaki ifadeleriyle bu durumun sebebini açıklamaya çalışmaktadır. Şöyle ki; eğitimsiz ve bilgisiz birçok insanın yapay tırmanılan veya sikkeli rotaların güvenli olduğunu varsayarak tırmanmaya çalıştığını, bunun ise kazalara yol açacak en önemli yanlışlardan biri olduğunu vurgulamaktadır. Yazarın alıntıladığı bu kısımda da bunu Piaz’a hatırlatmaktadır. (Yazarın alıntıladığı kısım Preuss’un yazısında şu şekildedir: “Yoksa Piaz her Pazar günü Münih ya da Viyana civarındaki tırmanış bahçelerinde gözlemlenebilen sikke ve iniş perlonlarına körlemesine güvenen, kendi becerilerinin çok daha üzerindeki zor rotaları çözmeye çalışan ve ceplerine doldurdukları narin donanımın nasıl kullanılacağı bilgisine sahip bile olmayan çoğu genç (ve bazen de yaşlı) tırmanıcıları tamamen unutmakta mıdır?". Preuss’un vurgu yapmaya çalıştığı kavram yapay tırmanışın da eğitim olmadan güvenli olamayacağıdır. Aynı kendi savunduğu sikkesiz tırmanışta olduğu gibi). Yani Preuss dağdaki insan kalabalığından rahatsız olduğunu dile getirmemektedir. Hemen bu cümleden sonra Preuss ‘dağcının eğitimi’ kavramını ortaya koymakta yukarıda yazarın alıntıladığı cümlesini sarf etmektedir. “Gelecek vadeden tırmanıcılar ihtiraslarına, becerileri, entelektüel kapasiteleri ve teknik eğitimlerinin el verdiği ölçüde gem vurmaya teşvik edilmelidir; ne az ne daha fazla.” Bir bütün olarak bu metni değerlendirdiğimizde Preuss’un entelektüel bir elitizmden söz ettiğini, tehlikeyi yücelttiğini, kitlelere karşı olduğunu varsaymamız tamamen yanlış olur. Preuss’un buradaki ‘dağcının eğitimi’ kavramı tartışmanın (sikke ihtilafı) bundan sonraki seyrinde önemli bir yer tutmaktadır.
“Ama bana sanki daha fazlası var gibi geliyor. Çünkü Preuss, birtakım uygulamalarıyla, kendi söylemiyle çelişen bir portre çiziyor. Örneğin, batı Alplerde krampon kullanması, tırmanış ayakkabısını yapay yardımcı olarak görmemesi bunlardan birkaçı. Yani Preuss belki tırmanışı idealize ediyor gibi görünebilir, ancak felsefeye bu kadar meraklı bir adamın eylemleri ile söylemi, birbirini daha sağlam biçimde tutmalı. Preuss her ne kadar tırmanış stilini temizlemek istiyorsa da, daha önemli bir ajandası var: o da tırmanışı kitlelerden temizlemek.”
Yazar burada Doug Scott’un yorumunu dahi eksik bularak aslında Preuss’un ajandasının tırmanışı kitlelerden temizlemek olduğuna dair bir varsayımda bulunmaktadır. Yukarıda açıkladığım şekilde Preuss’un kitlelerle bir alıp veremediği yoktur. En azından bu makalelerinden bu sonucu çıkartmak mümkün değildir. Preuss’un asıl problemi doğal olmayan yöntemlerle dağları alt edilmesi gereken düşmanlar olarak gören anlayışladır. Yazarın Preuss’un kendisiyle çeliştiğine dair önermesi ise Paul Jacobi tarafından yazılmış olan “Marginal Notes to P. Preuss’s Artificial Aids” adlı makalede dile getirilmektedir: “Ancak ben daha da ileri gideceğim: eğer emniyet amaçlı kullanılan ip yapay yardımsa, o zaman buz kazması, tırmanış ayakkabısı ve nihayetinde çivili botlar da öyledir. Çünkü bunlar da rahatlık ve emniyet seviyesinin arttırılmasına katkıda bulunmaktadır.” Preuss bu yazıya cevaben kaleme aldığı metinde (Response to Jacobi) bunun cevabını belki de tüm metninde en elitist yaklaşım olarak görülebilecek bir şekilde vermektedir. Bu söylemin safsataya (sophistic quibble) birebir örnek olduğunu söyleyerek üzerinde dahi durmaz. Tüm makalelerinde her karşı önermeye uzun uzun açıklamalar yapmasına rağmen Jacobi’nin bu önermesine iki cümleyle cevap verir. Jacobi'nin ve yazarın mantığından yola çıkılırsa, yani ayakkabı giymek yapay tırmanışa bir örnek olarak verilirse, yapay tırmanışın kaçınılmaz olduğunu varsaymamız gerektiğinden, tüm yapay tırmanış iddialarını doğru saymamız gerekmektedir. Burada kastedilen kavramın algılanması için fallacy (safsata) kavramının anlaşılması gerekmektedir (bkz. Safsata kılavuzu). Dolayısı ile burada yazar da Jacobi ile aynı teknik hataya düşmektedir (- Ben sikke kullanımına karşıyım. – O zaman ayakkabı da giyme!). Zaten bu önerme Preuss’un karşısına tekrar konmamıştır. Dolayısı ile mesnetsiz bir yaklaşımla Preuss’un eylem-söylem uyuşmazlığı yaşadığını varsaymak abes olur. Önerme geçerli değildir. Preuss, bu gibi durumlarla dalga geçtiği meşhur bir cümle de söylemiştir: parmaklarına yapıştırdığı flasterlerin en ciddi eleştirmenler tarafından bile yapışkan yüzleri parmakları tarafında kaldığı için yapay tırmanış malzemesi olarak değerlendirilemeyeceğine dair esprili bir cümledir bu.
“Dik duvarlarda mutlak emniyetli jimnastik yapmaksa amacınız, mesela üç ip kullanarak veya güvenlik ağının üzerinde; o zaman evinizde kalın ve maharetinizi jimnastik kulüplerinde test edin. Eğer bir tırmanış rotasını emniyetsiz çıkamayacaksanız, bırakın, hiç çıkmayın”
Yukarıdaki alıntılar da Preuss’un elitist bir yaklaşım içerisinde olduğunu göstermemektedir. Günümüzde dahi kullanılan bir argümandır bu ifade. Yani tırmanışın safi jimnastikten ibaret olmadığı, tamamen güvenlikli tırmanmanın dağlarda mümkün olamayacağı, hiç kaza yaşamamak için ya da ölmemek için bütün bu güvenli koşulların sağlandığı salonlarda tırmanmanın tek çözüm olduğudur. Çünkü alpinizm bunun ötesindedir.
“Hâlbuki, tecrübe gösteriyor ki birçok tırmanış rotası serbest çıkılabilir; eğer henüz çıkılamıyorsa hemen terk edilmelidir.”
Burada kastedilen “hemen terk edin” düşüncesine güncel bir örnek vereceğim: Aladağlarda Türkiye’de kimse tarafından takozlu tırmanılamayacağı varsayılarak boltlanmış olan çatlak rotası hemen bir hafta içerisinde bir tırmanıcı tarafından tırmanılmıştır. Yani Preuss yaklaşımını, anlaşılır olması için buraya uyarlarsak, Preuss boltlayan kişiye arkadaş sen beceremiyorsan elini sürme (hemen terk et) başkası bu işi becerebilir veya kendini geliştirerek sen de bu seviyeye gelebilirsin, o seviyeye gelene kadar da sana uygun başka rotada tırman demektedir. Yani Preuss dağlara gelmeyin, kitleler bu işi yapmasın, daha az insan tırmansın dememektedir. Herkes kendi ölçüleri içerisinde tırmansın demektedir. Nitekim herhangi bir rotanın başka herhangi bir rotadan üstün olduğuna dair bir ifadesi de yoktur. Benim Preuss’un yaklaşımından çıkardığım sonuç: Kendi limitleriniz içerisinde saf bir şekilde tırmandığınız takdirde yaptığınız tırmanışın teknik anlamda daha zor olan bir tırmanışla aynı değere sahip olduğudur.
“Zeitgeist kısmında bahsettiğimiz gibi Alman ulus-devlet söyleminin, Preuss’un hayranlık duyduğu dağları anayurt bellemesi ve halkı dağcılık kulüpleri ekseninde örgütlüyor olması muhtemelen Preuss’u korkutuyordu. Buna karşı olarak Preuss elitist bir temizlik yapmak istiyor olabilir. Kendi sportif becerisi ve sağlam psikolojisi ise belki de en iyi filtre bu amaç için: “Ya benim gibi tırmanın, ya da buralara gelmeyin.” O dönemde kaç kişi Preuss gibi tırmanabilirdi ki!”
Preuss’un ulus-devlet söylemine karşı bir korkuyla bu düşünce sistemini geliştirdiğini söylemek Preuss'un makalelerinden çıkarılabilecek bir sonuç değildir. Yazar zaten “muhtemelen” diyerek bunun kendisine ait bir düşünce olduğunu ve belirli bir ön kabulle söylendiğini belirtmiştir. Dolayısı ile bu kavrama ciddi itirazlarım olsa da bu metindeki amacım Preuss’un yazdıklarından yazarın ulaştığı sonuçları elde etmemizin mümkün olmadığını göstermek olduğundan şimdilik bu kavramı pas geçiyorum.
O dönemde birçok kişi Preuss gibi tırmanabilirdi. Tek fark aynı zorlukta rotalar olmazdı. Preuss’un çok zor bir rotayı tırmandığı stilde daha kolay ancak size göre Preuss’un rotasının ona göre zor olduğu kadar zor olan başka bir rotada bu kuralları tatbik edilebilirdiniz. Yukarıda da belirttiğim gibi Preuss mesela Marmolada Güney Yüzü’ne nihai hedef dememektedir (yani burayı tırmanırsanız dağcı sayılırsınız dememektedir). Herkesin kendi limitleri içerisinde saf stilde yaptığı tırmanışın aynı değere sahip olduğuna vurgu yapmaktadır.
“Bu maddeler özelinde değil, ama tartışmaların derinliğinde Preuss’un bir takım hassas ve tehlikeli söylemlerini de görüyoruz. Ölüme övgü olarak yorumladığım şu sözü bunun bir örneğidir:
“Düşerseniz, ipin ucunda [boşlukta] üç metre sallanırsınız” önermesinin “tek bir düşüş ve artık ölüsünüz!” önermesinden çok daha aşağı bir etik değeri vardı.”
Preuss makalelerinin hiçbir yerinde ölümü yüce bir kavram olarak açıklamamaktadır. Preuss bu noktada Piaz ve diğerleri tarafından olduğu gibi yazar tarafından da yanlış anlaşılmıştır. Preuss sonraki makalelerinde insan hayatının her şeyden önemli olduğunu belirtmiş hatta kendi önermelerinin merkezinde modern tırmanışın içerisinde var olan tehlike kavramının olmadığını açıklamaya çalışmıştır: “Mevzuyu tehlikeyi sevmek haline getirmek istemiyorum, ki bu duygu belirli seviyelere kadar biz modern dağcıların içinde mevcuttur.” Nitekim altıncı önermesi bunun üzerinedir. Yahut insan hayatı tehlikeye girdiği takdirde önermelerinin hiçe sayılması gerektiğini makalelerinde defalarca vurgulamıştır. Nitekim sonraki açıklamaları neticesinde karşıt görüşler de değişim göstermiştir. Bu yazının sonunda buna değineceğim.
“Nietzsche’nin kendi ayaklarının üzerinde durmaya ve ‘kendi’ni geliştirmeye yaptığı vurgu, Yunan trajedyasındaki ‘kendini bil’ ifadesine kadar gitmektedir (1. madde). Preuss'un kendi sınırlarını bilmek suretiyle bir rotanın ‘doğru stilde’ tırmanılabileceğine hükmetmesi (Madde 2 - 6) bence Nietzscheci bir tonda seyrediyor. Neden mi? Çünkü kendi sınırlarını bilen ve üst-insan ereğine ulaşmak isteyen bir adamın (1. Madde), kendini aşmak için solo tırmanışa yönelmesi hiç de olasılık dışı değil. Ayrıca ‘doğruluk’ sıfatı da Preuss’un söyleminde rastgele kullanılmamıştır. Nietzsche’nin ‘efendi–köle’ ahlakı, bu seçimin anahtarı. ‘Efendi ahlakı’, yöneten (aristokrat) sınıfın, ‘köle ahlakı’ ise yönetilen sınıfın etik değerlerinin sistematiğidir. Efendi ahlakında bir durum ‘doğru ya da yanlış’ iken köle ahlakında ‘iyi ya da kötü’ dür. Ancak bu düşünceler Preuss'un bir Nietzsche taraftarı olduğunu göstermiyor. Dediğim gibi, ‘üst-insan’ ya da ‘efendi-köle’ ahlakı vb. tartışmalar Zeitgeist potasında erimiş kavramlardan yalnız birkaç tanesi.”
Preuss’un ilk önermesindeki ‘superior’ kavramının Nietsche’nin ‘üst’ kavramıyla nasıl özdeşleştirildiğini tam olarak anlayamadım açıkçası. Yazar kendisine sormuş olduğu “Preuss ‘purity of style’ kavramına nasıl ulaşmıştır?” sorusuna yine kendi içinde beslendiği kaynaklardan yola çıkarak cevap aramaktadır. Kendi çıkarımlarının Preuss’a ait olabileceğini varsaymaktadır. Burada felsefi bir dayanak ararken de Nietsche gibi isimlerden etkilenmiş olabileceğini düşünerek Preuss önermelerinin bu minvalde ortaya koyulmuş olduğunu düşünmektedir. Preuss yazılarında, bu stil tatbik edilirse insanın kemalata ermesi mümkün olur gibi bir yaklaşım sergilememektedir. Tek çıkış noktası dağın doğal karşı koyuşlarına karşı doğal yöntemlerle cevap verilmesi gerektiği üzerinedir. Felsefe yapıp yapmadığına dair cevabı yine, Preuss tartışmayı başlatan ilk makalesinin ilk paragrafında vermektedir. Özetle burada alpin sorular üzerindeki hiçbir felsefi düşünceyi tartışmayacağını, alpinizmin temel değerlerini sarsmak gibi bir niyetinin olmadığını belirtmekte ve sadece tırmanışları esnasında dağın harala gürelesi arasında içine doğmuş olan düşünceleri ifade edeceğini söylüyor. Belki de en basit açıklama en doğru olanıdır. Yani bu önermeleri belki de sadece tırmanışı esnasında dağla bütünleşmiş bir dağcının, o dağa nasıl yaklaşılması gerektiğine dair, alpinizmin kendi tırmanış mantığı içerisinde, hiçbir dış kaynak olmadan dağla birlikte uzlaştığı düşünceler olarak görmek en doğrusu…
Sonuç itibarıyla Preuss’un makaleleri zor metinlerdir. Kendi döneminde ilk okunduğunda ciddi tepkilerle karşılaşmıştır. Temel karşı duruşlar ise Preuss’un önerilerinin ölümlere yol açacağı, insan hayatını hiçe saydığı yönündedir. Dolayısı ile Preuss kendi metinlerini birkaç kez eleştirilere cevap vermek suretiyle açmış, daha anlaşılır hale getirmiştir. İlk makalesinde söz ettiği kavramları daha sonra yayınladığı makalelerde daha anlaşılır olabilmesi açısından maddelemiş ve altı maddelik manifestosu ortaya çıkmıştır.
Bütün bu yazışmaların neticesinde Münih Alpin Kulüp’ü tartışma amacıyla toplanmış, E. Oertel’in yönettiği oturumlarda sırayla düşünceler ortaya konmuştur. Çok ilginç bir şekilde bu sikke ihtilafı yazışmalarında antitez ileri sürenler Preuss’la altı maddede neredeyse tamamen ittifak etmişler, pratiğe ait bazı sıkıntılardan söz etmişlerdir. Preuss’a en sert tepkiyi gösterenlerden (insanları ölüme götürmekle suçlayan) Nieberl bu oturumda bu altı temel önermeye tamamen katıldığını belirtmiş hatta daha da ileri giderek bu önermelere uyan hiç kimsenin subjektif tehlikelere maruz kalmayacağını ifade etmiştir. Paul Jacobi ise 4. ve 5. önermelerdeki acil durum kavramının daha da açılması gerektiğini öne sürmüş, objektif tehlikeler bertaraf edilemeyeceğinden dolayı ise ip kullanımının gerekli olduğunu öne sürmüştür. Hubel de altı önermeye katıldığını belirtmiş, ‘purity of style’ kavramının kısmi bir parçası olarak ‘dağ eğitiminin’ (Preuss’un önermesi; yukarıdan hatırlayın) sonucunda kesinlikle hiçbir koşulda bu kavramın tehlikeli olamayacağını öne sürmüştür (Hans Dülfer, Summary of Alpine Club Discussion Meeting).
Buradan da çıkacak sonuç Preuss’un tüm metinlerini okumadan anlatmaya çalıştığı kavramları algılamanın zor olduğudur. Ancak biz de Nieberl gibi ya da diğerleri gibi tam bir karşı duruşla yola çıksak da düzgün bir değerlendirme sonucunda Preuss’un neyi anlatmaya çalıştığını bulabileceğimizi düşünüyorum.
Son cümlelerimiz Preuss’un bu tartışmayı başlatan ilk cümleleri olsun:
“Ne alpin sorunlar üzerine uzunca düşünülmüş felsefi mevzuları, ne de uzun seneler boyunca oluşmuş bu gururlu yapının köşe taşlarını sarsacak bir saldırıyı buraya taşıyacağım. Sadece fikirleri, bir tırmanışın en hareketli anlarının tam ortasındayken beliren fikirleri burada basitçe toplamaya çalışacağım. Oluşturmaya çalıştığım tablonun tamamen net olduğunu henüz söyleyemesem de, her bir fikir genel tabloya tek tek güzel bir şekilde yerleştirilebilirmiş gibi geliyor. Bildiğim tek şey: fikirlerimle tek başıma durduğumdur. Bunlardan bazılarını dile getirdiğim zamansa, aldığım cevap hep aynı: ideal bir bakış açısı, ancak çılgın bir kavram”
Yazar: Mustafa Nalbant
|