Bu yazıyı, duvar tırmanışlarımın birisinde bivakta yazmayı planlamıştım. Çünkü solo tırmanış duygusunu en iyi tırmanırken aktarabileceğimi düşünüyorum. Ama çeşitli sebeplerden ilk ip boyundan döndüğüm Büyük Demirkazık Kuzey duvarı tırmanış denemesi sonrası rüzgarlı bir Aladağlar gecesinde çadırımda yazıyorum.
Alt ekibim olmaksızın yola çıktığım bu tırmanışta hava dışında hiçbir şey benden yana sayılmazdı doğrusu. Nitekim duvarı tırmanmaya gittiğimde iki kişinin duvarda tırmandığını ve aşağıya bolca taş düşürdüklerini gördüm. Onların ardı sıra tırmanmak riskli olacağı için onlar sola geçene kadar birkaç saat onları izledim. Rotayı şaşırıp sağa geçtiler ve ancak iki ip boyu daha yükseldikten sonra sola yan geçişle yarım aya bağlandılar. Onları beklerken saat epey ilerlemişti ama en azından tırmanmaya başlayıp duvar dibine malzemeleri bırakmak istedim. Duvarın dibindeki karlı alanı yan tarafından geçerek duvarla kar arasına malzememi bıraktım ve istasyon kurup ilk ip için hazırlığa başladım. Tabanı tutuculuğunu yitirmiş olan bir friction ile ilk ip boyunun sonuna kadar çok tedirgin bir biçimde tırmandım. Bu bölümde gereğinden fazla yavaştım. Etrafımda patlayan taşlar da sinir bozucu olmaya başlayınca zaten zorlu bir kilit olan ilk ipin sonuna yakın bir yerden inmeye karar verdim. Daha önce bu duvarı sevdiğim bir ağabeyim olan Peyami Nazik ile denemiş; ancak ikinci ip boyuna yanlış devam ettiğimiz ve rotayı yeterince iyi bilmediğimiz için dönmüştük. O zaman Peyami Ağabey lider tırmandığı için duvar bana tamamen yabancıydı. Her şey bir yana aşağıda irtibat kurabileceğim kimsenin olmayışı dönme kararımda çok etkili oldu.
Sonraki birkaç günde aynı motivasyonu kendimde bulamadığım için kampta tanıştığım arkadaşlarla zaman geçirdim. Aralarından Semih’in (Öztürk) Çağalınbaşı Kuzey duvarındaki solo tırmanışını hayranlıkla izleyip fotoğraflar çektim. Semih’in arkadaşlarından, Temmuz ayında yaptığım Doğu Duvarı solo çıkışımın ikinci tekrar olduğunu öğrenmek beni çok şaşırttı. Şaşırmakla beraber birilerinin daha duvarı solo çıkmış olduğunu öğrenmek sevindiriciydi. Çünkü Doğu duvarı kolay bir tırmanış olmadı benim için. Fazla yan geçişler içermesi, görece uzun olması, emniyet imkanının malzemeli solo tırmanış için çok uygun olmaması açısından beni epey zorlamıştı.
70 saatlik doğu duvarı solo tırmanışımda zorluk şehirde başladı. Aracımın olmayışı, aracı olan arkadaşların, alıştığım şekilde (!), çeşitli sebeplerle son anda gelmekten vazgeçmeleri solonun ilk adımı olan Adana-Çamardı yolculuğunu başlatmış oldu. Bu yolculuk boyunca 8000’lik dağlara gidenlerin anlattığı o keşmekeş yolculuk anıları geldi hep gözümün önüne nedense. Çoğu zaman rahatsız geçen bir yolculuğun sonunda; anlamsız bakışlar, sorular, tavırlar ve küçük tehlikeler arasında nihayet dağa ulaştım. Bana sorarsanız tüm tırmanışın en zor bölümü dağa ulaşma ve ardından eve dönme zamanları diyebilirim.
Sırtımda kurşun gibi bir çanta olmasına rağmen dağa ulaştığımda, yürüyüşle birlikte nefes aldığımı hissediyordum. Yine de solo tırmanmak, hele ki dağa solo ulaşmak mental yoğunlukla birlikte bel büküyor. Onca yükle tek başına kampa ulaş, alan düzeltmesi yap, çadır kur, yeme-içme faslı, hava kararmadan dev duvarların korkutucu ama aynı zamanda büyüleyici heybeti karşısında eğilerek (ezilerek) malzemeyi duvarın dibine taşı, duvarın karşısına geçip son bir kez daha incele, kampa dön, son hazırlıklar ve ertesi gün hava aydınlanmadan uyanmak üzere içinde bin bir sorularla uyumaya çalış, uykusuz geçen bir gecede uyan, karın ağrısıyla birkaç şey kemirip kendini sıcak çadırdan soğuğa ve karanlığa doğru at, çantayı sırtla, kendi ayak seslerin eşliğinde karanlıktan dağa doğru küçük adımlarla ürpererek ilerle, dağın dibinde malzemeleri kuşan ve tırmanmaya başla... Üzerindeki malzemelerin ağırlığıyla ve henüz ısınmamış kasların gerginliğiyle ilk hamlelerdeki aşırı heyecan, adrenalinden kalp atışlarının duvara çarparak kulağına gelmesi, ilk ip boylarında uzun uzun düşünerek, ağır ağır yapılan hamleler...
Büyük Demirkazık Doğu Duvarı. Foto: Zafer Yıldız |
Büyük Demirkazık Doğu Duvarı. Foto: Zafer Yıldız |
Tüm bunlara karşın Büyük Demirkazık doğu duvarındaki ilk gün görece hızlı tırmandım. İlk kilit üçüncü ip boyundaki çapraz yan geçişle başladı. Tedirginim, düşersem pandül yiyeceğim. Çakılı sikkeler bazen ayak hizamda, bazen de baş hizamda kalıyor. Hava da aşırı sıcak. Kaya ayakkabısı uzun zamandır tırmanmadığım için ayağımı ve topuğumu sıkarak beni acı içinde bırakıyordu. Kovuğa ulaştım. Ardından iki ip boyu kadar yükselip duvarı yatay bölen setten duvarın solundaki, karlı, büyük kovuğa üç ip boyu kadar yan geçtim. Yan geçişte pek malzeme atamadan, kimi zaman epey zorlanarak ve önceki tırmanışımdan hatırladığım sikkelerin çoğunu bulamadan ulaştım kovuğa. Tam tırmanışın akışına kendimi kaptırmışken, yalnızlığın sesini bozan kargaların “gaaak, guuuuk”larıyla aniden irkilmeler, etraftan dalışa geçen kuşların sesini taş düşmesi sanıp kaplumbağa gibi küçülmeler, tırmanış boyunca içsel hesaplaşmalar, kendimle konuşmalar, çeşitli anıların canlanması, tırmanışa adapte olmaya çalışmalar...
Kovuktan yükselip çift sikkeli istasyona ulaştım. Buradan 4 - 5 m sağa yan geçip çürük yüzeyden, boşluk hissiyle, asıl kilit olan, rahatsız ve dışa iten bacada tırmanış başladı. Bacaya yükselebilmek için defalarca hamle yapıp geri döndüm. Malzeme yerleştirmek gerçekten çok zordu. Tek elim kayadayken diğer elimle cambaz edasıyla sikke seçip ağzımda tutuyor, sonra çekice ulaşıp aynı elimle sikkeyi çatlağa ittirip düşmemesi için dua ediyordum. İlk vuruş sikkeyi kaydırmayacak biçimde isabetli ve düşürmeyecek kadar da yumuşak bir bilek hareketi istiyor. Güçlükle başardım ama güvenemedim. Hava da epey sıcak. Birkaç malzeme daha attıysam da ayakkabı canımı fena acıttı. Arada çıkarıyorum ve bayılma noktasında bir rahatlama, yerini dayanılmaz bir acıya bırakıyor. Biraz daha yükselip malzeme yerleştirirken düştüm. Kısa bir düşüş olsa da boşluk hissinden olsa gerek çok gerildim. “İlk gün için bu kadar yeter” deyip 50 m inişle tünelimsi mağaraya geçtim. Perlonları ve çantayı serip bivak yeri hazırladım. Ayakkabıyı çıkarıp mosmor ve şişmiş topuğuma soğuk taşları bastım. Acıdan gözümden yaşlar geliyordu. O an mağaranın girişine bir kuş geldi ve bana sanki şaşırmış ve benim orada ne aradığımı anlamaya çalışıyormuş gibi geldi. Etrafta bir süre ötüştükten sonra kaçtı.
Beslenme sonrası kamp ekibiyle telsiz görüşmesi yaptık, kafa lambasıyla işaretleştik. Dergi okuyup uyudum. Sabah güneşin doğuşuyla uyandım, manzaranın verdiği keyifle atıştırıp tırmanış için hazırlandım. Önceki gün kaldığım yere kadar pürsikle yükselip tırmanışa yeniden başladım. Yaklaşık 20 metreden sonra malzemeler bittiği için inip tüm malzemeyi topluyor ve yeniden yükseliyordum. Askı istasyonundayım. Buradan 5-6 m sola geçip yükselmem gerekiyordu. Malzeme yerleştirmek zor, hamlelerimi ilk tırmanışımda da olduğu gibi birçok kez geri alıyorum. Korku bastırıyor. Yan geçişten sonra çaktığım tek sikkeye güvenemiyorum. Burada yaşanacak bir düşüş ciddi pandüllü olur. Aksilikler: pursiğin sıkışması, ipin takılması, taş düşmesi, ayakkabının aşırı sıkması ve topuğumda oluşan mor şişlikler, takılmasın diye fazladan boş verdiğim ipin yarattığı düşme korkusuyla bu ipi de bitirdim. Artık kuleler öncesi genişçe bir setteyim. En zahmetlisi de güvenebileceğim bir istasyon kurmak ve aşağı inip çantayla birlikte tüm malzemeyi toplayıp tekrardan istasyona ulaşmak oluyor. Buradan ilk iki kuleyi, bir iki ara emniyetle geçip amfi olarak bilinen koca kulvarlı setin girişine ulaştım.
Tırman, tırman, tırman... Ha bitti, ha bitecek. Ne bitmesi, evdeki hesap çarşıya uymaz. “Hele bir gel de bir gece daha misafirim ol!” der gibi duvar. Hava kararmak üzereydi. Çaresiz, bivak yeri aradım. Rahatsız pozisyonlarda, kemirgen hayvan paranoyasıyla uyumaya çalıştım. İyice yorulmuşum. Susuzluk, açlık, sıcak, soğuk, çekici parmaklara vurmalar, çizikler, kuru ve çatlak dudaklar... En kötüsü de dudaklarımdı. Öyle berbat durumdalar ki yemek yerken bile acıyordu. Hemen, eski bir kar yığınından kalan son parçalardan kar eritip sıcak sıvı aldım ve yanımda getirdiğim sucuğu kızartıp yağını çatlamış dudağıma sürdüm. Kendisini de mideye indirdim. Hem etinden, hem sütünden yani... Niğde taraflarında şimşekler çakıyordu. Sabah güneşi görürsem ne ala! Olası bir iniş için plan yapıp uyudum.
Büyük Demirkazık Doğu Duvarı. Foto: Zafer Yıldız |
Büyük Demirkazık Doğu Duvarı. Foto: Zafer Yıldız |
“Allahım, ne oluyor? Olamaaaz, düşüyoruuum... Baaam! Neyse ki kabusmuş. Herhalde sabah olmak üzeredir! Neee?! Saat daha 23.00 mü? İnanamıyorum. Ne olur, artık sabah olsun!” Sürekli uyanmalarla kesilen bir uykunun sonunda sabah oldu. İştahsız ama ne tuhaftır ki enerjiğim. Hava açık. Bir kahve ve krakerle toparlanıp etrafa şöyle bir bakındım. Böyle bir açıdan etrafı izlemek pek nadir bulunur bir fırsat! Çok vakit kaybetmeden yine aynı düşünceler ve tutuk birkaç ip boyu tırmanışla gün başladı. “Az kaldı. Dayan! Zirve sırtı göründü” diyerek kendimi motive etmeye çalıştım. Ama rota bitmek bilmedi. Zaman akıp gitti, ben fark edemeden. Tahmin ettiğim gibi hava bozdu ve sis çöktü. Kulelerin bittiği, kuzeydoğu rotasının doğuyla birleştiği noktadaydım. İki ip boyu kadar daha yükselmiştim ki sis görüşü iyice kısıtlamaya başladı. Bir ip boyu kadar sağa, çapraz tırmandım ve sırttan yana baktığımda kuzey duvarını gördüm. Motivasyon dibe vurmuştu. Çok fazla sağa geçmiştim. Kafama yağan koca koca dolular tokat gibi çarpıyor, sırılsıklam ediyordu. Ara emniyet atmadığım bu ip boyundan sonra koşarak istasyona ve çantanın içindeki bivağa ulaştım. Şimşekler çakıyordu. Buradan sonra geri dönemezdim. Kemerimi çıkarıp bir kenara attım ve küçük sette yağışın dinmesini bekledim. Kamp ekibim endişelenmiş. Onlara devam edeceğimi ve gerekirse gece de tırmanıp rotayı bitireceğimi; burada bir gece daha kalmayacağımı söyledim. Ne kadar kıyafet varsa üzerime geçirdim ama kemer üzerimden kayıp duruyordu. Yarım saat kadar sonra yağış dindi ama sis hala etrafımdaydı. Arada sisin açıldığı yerlerde rotayı hatırlayıp devam ettim. Burada kalmak bir gece daha çekilmezdi. Zaten ne yiyecek kalmıştı, ne de içecek. Sis, ürpertiler, halüsinasyonlar, kramplar, sırılsıklam olup titremeler ve şimşekler eşliğinde devam ettim... Bitmek bilmiyordu tırmanış.
Hava kararırken son 4-5 ip boyu kalmıştı. Kafa lambasıyla tırmanışa devam ettim. Baca ve çatlaklarda sıkışan kayalar rahatsız ediciydi. Bacada birikmiş dolular tırmanışı zorlaştırıyordu. Botumu giyip öyle devam ettim. Emniyet az, yorgunluk var. Çürüklük fazlasıyla tedirgin edici. “Evet! Bitmek üzere. Ve sonunda tanıdık bir baca. Bacanın sonundaki sikkenin yanına bir sikke daha çakıp bıraktım. Burası bacadan çıkınca boşluklu, 3-4 metrelik, kilit bir etap. Sonrasındaysa zirve sırtına bağlanan, yatık ve boşta duran bolca kayanın olduğu etap geldi. Birkaç emniyetle son iki ip boyunu da tamamlayıp zirve sırtına ulaştım. Saat 00:15’ti. Hava açmıştı ve ay ışığı içimi rahatlatıyordu. Kısa bir telefon görüşmesiyle sevincimi paylaştım. Şimdi istasyon kurup aşağıdan çantamı almalıydım. Zifiri karanlığa da inmek hiç istemiyordum. “Acaba ipi kesip bıraksam mı tüm malzemeyi?” diye içimden geçirdim ama son bir çabayla inip malzemeleri toplamaya karar verdim. İpten taş düşürmemeye gayret ederek yeniden sırta ulaştım.
“Acaba zirvede mi bivaklasam bu gece de? Hayır! Kampta mis gibi çadır, sıcak çorba, temiz kıyafetler, lanet ayakkabıdan kurtulmak, zayıf düştüğün için kıçından düşen malzeme dolu kemerden sıyrılıp temiz bir uyku çekmek dururken burada daha fazla zaman kaybetmemelisin”. Bitkinliğin yol açtığı saçmalamalar ve hata yapma riski ile dikkat gerektiren iniş vardı sırada...
İnişte ağır çanta tökezlememe neden oluyordu. İpi çıkarıp olabildiğince emniyetli bir biçimde güvenle inmeye çalıştım. Sürekli aynı şeyleri tekrarlayıp kendimle konuştuğumu farkediyor ama engel olamıyordum. Kamp ekibine dönmekte olduğumu ve beni mevsimlik gölde karşılamalarını söyleyip doğu çarşağındaki karın sağından, kayalardan tökezleye yalpalaya inişi tamamladım. Kamp ekibi ile sıcak bir çorba içip güneşin doğuşunu bekledik. Keyifle Aladağlar’ın vazgeçilmez gün doğumunu izleyerek kampa döndük. Birkaç saatlik uykunun ardından en zor etap olan eve dönüş başladı. Bu tırmanışımın alt ekibi Enes Ozan ve Barış Özgür’e sıcak soğuk, gece gündüz demeden sabırla destek oldukları için çok teşekkürler.
Şimdi “Bunca çile neden çekilir ki?” diyenler vardır. Elbette her tırmanış bu kadar yıpratıcı ve stresli geçmiyor ama solo tırmanırken özellikle kondisyon ve motivasyon tam olmayınca büyük duvarlarda bu tip zorluklar kaçınılmaz oluyor.
Büyük Demirkazık zirvesi. Foto: Zafer Yıldız |
Mangırcı Kuzey Mahmuzu, Foto: Tuğba Uygur |
Öyleyse neden solo tırmanış?
Bunun cevabını kelimelere dökmek çok zor. Yapım gereği herşeyle yalnız mücadele etmek isteğim, ağır ağır ve tüm riskleri değerlendirerek, tamamen açık zihinle ilerlemek, doğada yalnız olmak... hoşuma gidiyor. Burada yaşadığım tüm anlar sadece benimle anlam kazanıyor. Tırmanış sorunsuz bir şekilde, özellikle de zirvede bitince aldığım haz da artıyor. Evet, partnerli tırmanış kadar güvenli, hızlı, eğlenceli olmasa da verdiği iç huzur ve kazandırdığı cesaret, dayanma gücü, mücadele gibi olumlu yanları benim için yadsınamaz bir gerçek. Açıkçası yalnız olmayı ve tırmanmayı seviyorum.
Bir de uyum içinde ve sürekli tırmanabileceğim bir partnerimin olmayışı kısmen de olsa beni solo tırmanmaya iten bir neden diyebilirim. Net bir partnerim yok. Tırmanabileceğim kişiler de genelde farklı şehirlerden. Kendi yaşadığım şehirden partner bulamazken başka şehirden bulmak, bulsam bile faaliyeti aynı zamanlara denk getirmek, o kişilerle uyum sağlamak ne kadar olası ki? Olsa da kaç tırmanışa ve ne sıklıkta birlikte gidebiliriz?
Ben dağa gitmek istediğimde haftalarca, aylarca partner aramaktan, onlara göre plan yapmaktan veya planda değişiklikler yapmaktan, sürekli ertelemeleri kabul etmekten hoşlanmıyorum. Dağda olmak ve tırmanmak istediğimde çantamı hazırlayıp birkaç telefon görüşmesiyle dağın yolunu tutar, keyfini çıkarırım. “Gelmek isteyen varsa buyursun gelsin” demeyi de ihmal etmem. Biraz bencilce gelebilir ama o kadar da olsun. Sonuçta yaşlanıyorum! Ne 3-5 sene önceki sabrım, enerjim, ne de zamanım var başkalarını beklemek için. Lakin, kışın dağ faaliyetlerinin daha riskli ve zorlu olmasından ötürü partner ve alt ekibe ihtiyacım artıyor ve doğal olarak birilerini bekleme sabrım da. Kışın sadece dağa gitmek bile yazın dağda tırmanmak kadar zorken yalnız olmak oldukça riskli ve zahmetli oluyor. İşte tam bu zamanlarda kaçınılmaz olarak birilerine ihtiyaç duyuyorum. Alt ekip bulmak da yine partner bulmak kadar zor olduğundan çoğu tırmanış planı ve hazırlıklar askıda kalıyor veya alt ekipsiz tüm riskleri göze alarak gidiyorum.
Tırmanışlarımda genelde süreler de dikkat çekecek kadar uzun oluyor. Bazen gerçekten yeterince antrenmanlı olmadan giriyorum duvarlara. (Tabi antrenmansız olunca beni aşacak duvarları seçmemeye özen gösteriyorum) Ayrıca tırmanış öncesi bivaklayacağımı düşündüğümden yanıma çok fazla malzeme alıyorum. Çanta ağır ve hacimli olunca da mecburen her ip boyunda ip açıp istasyon kuruyor ve çantayı sabitleyip tırmanıyorum. Sonra inip çantayı ve tüm malzemeyi toplayıp tekrardan tırmanmak doğal olarak epey zaman kaybına neden oluyor. Ancak tek amacım zirveye sağlıklı ulaşmak olduğundan hız yarışına girmeden, ağır ağır tırmanıyorum. Şimdilik bu ağır tempodan memnunum.
Bu yüzden de bivağım ve ben daha uzun bir süre tırmanış gecelerini birlikte geçireceğiz gibi görünüyor. |